19 Ekim 2015 Pazartesi

Çocukluk travmaları yetişkin beyinleri nasıl etkiliyor?

Çocukluk travması arttıkça, beynin yaradılıştan gelen aktivitelerindeki değişim de artıyor.

Bunlardan biri de Niall Duncan‘ın başında olduğu ekip tarafından gerçekleştirilen ve sonuçları Ağustos 2015’te paylaşılan araştırma. Çalışma kapsamında Duncan ve ekibi herhangi bir nörolojik, psikiyatrik veya tıbbi hastalığı bulunmayan üniversite öğrencilerine çocukluk travmalarıyla ilgili sorular yöneltti. Bu sorular aynı zamanda hassas görüntüleme teknikleriyle de desteklendi Araştırma kapsamında öğrencilerin beyinlerinde çocukluk travmasından kalan dağınıklık ölçülmeye çalışıldı. Zira bu dağınıklık, istatistiksel olarak beynin içindeki sinyallerin karmaşıklığını gösteriyor.

Araştırma kapsamında bilim insanları, çocukluğunda daha fazla travma yaşayan kişilerin beynindeki dağınıklığın daha fazla olduğunu tespit etti. Buna göre çocukluk travması arttıkça, beynin yaradılıştan gelen aktivitelerindeki değişim de artıyor. Dünyadaki tüm olaylar beynin yaradılıştan gelen aktivitelerini bir şekilde etkiliyor ve şekillendiriyor. Çocukluk travmalarının etkisi de benzer şekilde gerçekleşiyor.

Duncan ve ekibinin tespit ettiği bir diğer nokta ise çocuklukta yaşanan travmalarla beyindeki glütamatseviyesi arasında doğrudan bir bağlantı olduğu şeklinde. Buna göre çocukluk travmasının derecesi ne kadar yüksekse, beyindeki glütamat seviyesi de bir o kadar azalıyor.


Çocukluk travmaları hiçbir zaman unutulmuyor.

Peki çocukluk travması beyinde nasıl bir etkiyaratıyor ve ilerleyen yaşlarda beyni nasıl şekillendiriyor? Duncan ve ekibi bu sorunun yanıtını bulmak için daha fazla görüntüleme yöntemikullandı. Buna göre beynin sağ anteriyor insulasındave motor korteksteki nöronların aktivitesiyle şu üç unsur arasında belirgin bir ilişki mevcut; çocukluk travması, glütamat konsantrasyonu ve dağınıklık derecesi. Bu da şu anlama geliyor; beyin ve özellikle kendiliğinden olan aktiviteleri çevresel tecrübelere karşı son derece hassas. Bu çevresel tecrübeler ise uzay-zaman hafızasına kodlandığı şekilde algılanıyor. Çocukluk travmaları ise beynin kendiliğinden olan aktiviteleri tarafından kodlanıyor. Üstelik çocukluk travmaları hiçbir zaman unutulmuyor ve geçmişte yaşanmış olmasına rağmen şimdiki zamanda yapılan tüm eylemlere ve deneyimlere etki ediyor. İşte bu nedenle, çocukluk travmasıyla mücadele edebilmek için zaman zaman terapiye ihtiyaç duyulabiliyor. Buterapi sayesinde beyindeki uzay-zaman hafızasının iyileştirilmesi sağlanıyor.

Kaynak:
Psychology Today




Kaktüs Mersin Blogaway

Zekanıza ihanet etmeyin

Zeka seviyesinin düşmesine neden olan günlük alışkanlıklar

Alışkanlıklar bazen hayatı kolaylaştırsa da zaman zaman olumsuz sonuçlara da neden olabiliyor. Bunlardan bazıları da daha düşük zeka seviyesine davetiye çıkarıyor. Uplifers olarak gün içinde farkında olmadan yaptığınız ve zeka seviyesinin düşmesine neden olan kötü alışkanlıkları derledik:

1. Doymuş yağ, bilişsel esnekliği azaltıyor

Yapılan araştırmalar, yüksek yağ ve yüksek şeker içerikli beslenme tarzının bilişsel esneklik düzeyinde belirgin bir zarara neden olduğunu gösteriyor. Bilişsel esneklik, değişen durumlara uyum sağlama yeteneğini ifade ediyor. Yapılan bir araştırma kapsamında deney farelerinin bir kısmına normal beslenme, bir kısmına yüksek yağ içerikli beslenme, bir kısmına ise yüksek şeker içerikli beslenme uygulandı. Dört haftanın sonunda ise yüksek yağ ve yüksek şeker içerikli beslenme düzeni uygulanan farelerin zihinsel ve fiziksel performansında belirgin kayıplar yaşandığı gözlendi.

Kanındaki şeker seviyesi yüksek olan kişilerde hafıza problemlerine daha sık rastlanıyor.

2. Multimedya ortamında çoklu göreve odaklanmak beyni küçültüyor

Aynı anda bilgisayar, telefon ve başka aletleri kullanmak beynin ciddi oranda küçülmesine neden olabiliyor. Nörologlar ilk defa, birden çok araç kullanan kişilerin beyninin davranışsal ve duygusal kontrolden sorumlu bölgesindeki gri maddenin azaldığını tespit etti. Oyun oynarken müzik dinlemek, telefonla konuşurken televizyon seyretmek veya aynı anda gazete okumaya çalışmak bu gibi sonuçlara neden olabilir.

3. Arama motoru kullanmak sizi sandığınızdan daha zeki hissettiriyor

Yapılan yeni bir araştırma, internetten arama yapan kişilerin, sandıklarından daha fazla şeyi biliyormuş hissine kapıldıklarını gösteriyor. Üstelik bulduğunuz yanıt, gerçekten aradığınız sorunun yanıtı da olmayabilir.

4. Fazla şeker tüketimi hafızaya zarar veriyor

Neurology dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre kanındaki şeker seviyesi yüksek olan kişilerde hafıza problemlerine daha sık rastlanıyor. Araştırmayı yürüten ekiptekiler, kanındaki şeker seviyesi normal olan ancak yine de hafıza problemi yaşayan insanların bile bu sorunun üstesinden gelebilmek için şeker oranını düşürebileceklerini belirtiyor.

5. Uzmanlar sandıklarından daha az şey biliyor

Bir grup psikolog yaptıkları bir araştırmada, insanlar bir konu hakkında ne kadar bilgili olduğunu söyledikçe, öne sürdükleri iddiaların tutarlılığının da azaldığını tespit etti.

Aynı anda bilgisayar, telefon ve başka aletleri kullanmak beynin ciddi oranda küçülmesine neden olabiliyor.

6. Yetersiz uyku, düşünme yeteneğini yok ediyor

Kötü ve yetersiz uyku, düşünme yeteneği üzerinde ciddi bir yıkıcı etki yaratıyor. Uykusuz kalan bir beynin kısa dönem ve uzun dönem hafıza için daha çok çalışması gerekiyor. Dikkat ve planlama yeteneği zayıflıyor, yeni stratejiler yaratmak zorlaşırken sadece alışkanlıkları takip etmek kolay bir hal alıyor. Uykusuzluk, başkalarının duygularını anlama yeteneğini bile zayıflatıyor.

7. Fiziksel tükenmişlik zihinsel performansı etkiliyor

Yorgunluğun nedeni fiziksel ve zihinsel stres olabiliyor. Yapılan bir araştırmaya göre beynin planlama ve kontrol merkezi olan prefrontal korteks, fiziksel ve zihinsel aktivite sırasında ayrılıyor. Bu da fiziksel ve zihinsel görevlerin, beynin yorulmasına nasıl etki ettiğini gösteriyor.

Kaynak:
Psy Blog

Kaynak: http://www.uplifers.com



Kaktüs Mersin Blogaway

18 Ekim 2015 Pazar

Kaçış sendromunuzla yüzleşin

Hemen hemen herkes ortak bir ütopyayı paylaşıyor modern zamanlarda: Kaçıp gitmek… Oysa kendi gerçekliğimizi arkamızda öylece bırakıp gidebileceğimiz bir yer yok... Belki de yapmamız gereken kaçış sendromuna tutunmak yerine omuzlarımıza ağır gelen yüklerden vazgeçmektir…

Özgürce Uçmayı da Bilmeli İnsan

Mesele sevmekte değil, asıl mesele vazgeçemediklerimizde...

Kime sorsam şikayetçi, kime sorsam bıkkın, tükenmiş yaşamdan…
 
Herkesin kendince sebepleri var.
 
Sevgisi sömürülmüş, umudu çalınmış, ihanete uğramış, aldatılmış, haksızlığa uğramış…
 
Yaşadığı hazımsızlıkların sancısıyla güvenini, inancını tüketerek nefreti daha da çok bileylemiş yüreğinde.
 
Yaralayan da yara alan da şikayetçi.
 
Herkesin kendince sebepleri var.
 
Peki ya mesele nerede azizim?
 
Ne doğru düzgün sevebiliyoruz, ne de kırmadan, incitmeden vazgeçebiliyoruz.
 
Mesele aslında sadece sevmekte değil gerektiğinde güzelce vazgeçebilmeyi de bilmekte asıl mesele. Nefret etmeden, incitmeden, kin gütmeden…
 
Sevemediklerimizden, alışamadıklarımızdan, kendimize yakıştıramadığımız birtakım alışkanlıklardan, bizi tüketenlerden,yaşam enerjimizi çalan her ne varsa her kim varsa  vazgeçmeyi bilmek mesele.

Yalın kalabilmek mesele...
 
Hayatımızdan çıkarıp atamadıklarımızla, kendi dünyamızı balçıkla sıvadığımız yetmiyormuş gibi ütopik bir mekan düşler dururuz kaçışımız için.
 
Nedendir hep bir kaçış özlemi?
 
Giden sen olunca gittiğin mekan ne kadar süreyle ferah kalacak sanırsın?
 
Bencilce sahip olma hırsımız değil mi ki bizi ebedi açlığa mahkum eden?
 
Zorla karşılıksız sevmeye çalıştıklarımız değil mi tutsak eden?
 
Çıkarlarımız uğruna yalandan seviyor MUŞ, seviliyor MUŞ algısı yaratan maskelerimizin çeşitliliğine ne demeli, hiç karıştırdığınız olmuyor mu sanıyorsunuz takarken…
 
Her istediğimiz şeye sahip olmak değil mesele azizim.
 
Mesele ihtiyacımızı karşılayabilmekte, gerçekte ne istediğini bilmekte...
 
Neyi ölçüsünde tadarsak, ziyadesiyle mutluluk vermez mi?
 
Dedim ya, kaçış için mekan aramak neye yarar....
 
Kaçan sen oldukça biriktirdiklerinle yol alabilirsin ancak.

Bize ait olmayanı def etmedikçe, korunmak için ördüğümüz duvarlar ancak kuşatanı güçlü kılar.
 
Her şeyi herkesi sevmek sevebilmek mümkün mü, hele ki bunca aldanışlarımız varken?
 
Sevgi zaten kıymet verenler için yaşamın soluk alışında. Ama kimileri zerresini hissedebilmek için bedel ödemek zorunda.
 
‘Katıksız Sevgi’ en kıymetlimiz, ölçüsünde, tadında...
 
Onu artıklardan arındırıp katıksız kılabilmek mesele.
 
Sevginin hiç ölçüsü olur mu  diyebilirsiniz.

Cana gelişimiz, kusursuz bir biçimde vücut bulmamız, nefesimiz, her şey yaradan tarafından ölçüsünde sunulmuşsa elbette vardır bir hikmeti.
 
Gereksizce israf etmektense katıksıza kıymet vermek asıl mutluluğumuzun kaynağı.

***

Umudu bir uçurtma yapıp mutluluğu da ardı sıra püskül edip salıvermişiz gökyüzüne. Bağını avucumuzda sımsıkı tutmak varken yanı başımızdakilerin elinden kaçırdıklarına da göz dikmişiz.

Bıraksak ya her biri özgürce salınsa göklerde, sahibine teslim etsek ya kaçıp gideni...

Bizde en büyük marifet sahip olma hırsıyla erişemediğin mutluluğa gölge düşürmekten, mundar etmekten ibaret.

Gerektiğinde vazgeçmeyi de, kimseye yaslanmadan, özgürce uçmayı da bilmeli insan.

Yazar: Billur Ocak
Kaynak: http://www.egitimajansi.com


Çikolatalı ev bisküvisi

Malzeme
500 gr fındık
10 çorba kaşığı pudra şekeri
125 gr margarin
2 yumurta
4 çorba kaşığı un
400 gr pralin
Üzerine: yarım su bardağı dövülmüş antep fıstığı
Yapılışı:
Öncelikle margarini eritin içine unu pudra şekerini yumurtaları ve iri kıyılmış fındığı ekleyin ve yoğurun. Daha sonra hamurdan iri parcalar kopararak elinizle yassıltarak şekil verin. Bu şekilde hazırlanan bisküvileri yağlanmış tepsiye dizin. 170 derecede 20
dak pişirin. Soğuduktan sonra üzerine pralin dökün ve antep fıstığı serpip servis yapın.


LOKMA